24 TEMMUZ 2012 SALI

27 Mayıs 2020 Çarşamba

ÇÖL KADINLARI



Üçüncü dünyanın hemen tüm kadınları için; yiyecek, giyecek, barınma, öğrenim ve sağlık gibi gereksinimler, yaşamın olağan olaylarını değil de “yaşama savaşı” bölümünü oluşturur. Üçüncü dünyanın bu kadınları hele bir de çöl ya da çölümsü yerlerde yaşıyorlarsa; bu savaşım(mücadele) iki katına çıktı demektir.

Bugün, seksen milyonu aşkın bir topluluk, çöller bölgesinin verimsiz yörelerinde yaşamını sürdürmek için savaş vermektedir. Doğaya karşı verilen bu savaşın odağında ise çöl kadınları vardır. Ozanın “...Kadın mı / hamur yoğurmalı / çocuk doğurmalı...” dediği gibi; hem çocuk doğurur, hem de bolca hamur yoğururlar onları beslemeye. Ve yoksulluğa, umarsızlığa karşı verilen savaşın bir başka yanı da; güzelliğe karşı verilir çölde. Çünkü; çöllerin doğal güzelliği olan bu kadınlar, çöldeki doğa güzellikleriyle de  yarışma  zorundadırlar, varoluşlarını kanıtlamak için.
Gelişmiş ülkelerin büyük kentlerinde meslekler vardır kadınlar için, adlarının sayılması bile birbirinden güzel. Doktorluk yapar kadınlar, öğretmenlik, mühendislik, avukatlık, yargıçlık da yaparlar oralarda. Güzellik salonları işleten de onlardır, güzellik salonlarına gidenler de. Bu kadınlar için odun kesme derdi de yoktur, kilometrelerce uzaklardan su bulma derdi de... Ömür biter yol bitmez diyerek, bir tutam çalı çırpı için domur  domur  terleriyle kumları benekleyen çöl kadınları çöllerde yaşama savaşı verirken; gelişmiş ülkelerin varsıl kadınları, bilmem ne marka dudak boyasının renklerini denerler el üstlerinde. Ne ki; çöl kadınlarının kazandığı yaşam savaşı, boyanıp süslenmekten daha kutsaldır her zaman.

Çöller, Kuzey Amerika’daki Ölüm Vadisi’nden, Afrika’daki Büyük Sahra’ya; ya da Çin ve Rusya’da uzanan Gobi  Çölü’ne kadar dünyayı etkisi altına almıştır bugün. Akdeniz yöresinin kültür kalıntıları, çölün buralara dek  yayılmış olduğunu  da göstermektedir. Nitekim bugün dünyanın yüzde kırk üçü çöl ya da çölümsü durumdadır.
Çölümsü durumda olma, çöl koşullarının yavaş yavaş oluşumu demektir. Toprak aşınma ve taşınması, yakacak yokluğu ve besinsizlik, bunun en belirgin göstergeleridir. Kuraklık, susuzluk ve bir tutam çalı çırpı için çevreye zarar verilmesi çölleşmenin belirtileridir. Bu zarar verişin boyutları kimi zaman çok genişlemekte, bitki örtüsü tümüyle ortadan kaldırılarak çölleşmenin tohumları atılmaktadır.Oysa; bitki örtüsü olmadan , tarımdan da hayvancılıktan da söz edilemez. Buna karşın bugün, yine ağaçlar devrilmekte, yine tarım alanları açılmakta, barınmak ve ısınmak için doğa yumak yumak kemirilmektedir. Sonucun korkunçluğu, sık sık yinelenen radyo ve televizyon haberlerinden  topluma yansıtılmaktadır: Seller, aşınan ve taşınan topraklar, her üç saniyede bir açlıktan ölen bir kişi. Kuşkusuz, zaman durmadığına göre, her üç saniyede bir ölenlerin de ardı arası kesilmemektedir.
Doğanın kendi yasaları içinde çölleşme olgusundan belki kaçınılamaz; ama,  çölleşme denetlenebilir. Ve bu denetimde de en büyük görev – her şeyde olduğu gibi- yine çöl kadınlarına düşmektedir. Ev yönetiminin yanı sıra kocasıyla omuz omuza verip; su yollarını açmayı, bitki örtüsünün sürekliliğini sağlamayı, akarsuların getirdiği taşıntıları suyollarından   atmayı  kolaylıkla başarabilir çöl kadınları...
Çölleşmeye karşı koymanın başta gelen eylemi, hayvan sayısını azaltarak aşırı otlatmayı önlemek; yani nicelikten çok niteliğe önem vermektir. Bu önlemler alınmazsa; 1960 sonlarıyla 70’ler başındaki korkunç   kuraklık  her  zaman  yinelenebilir  ve önceden bizim yapamadığımız hayvan sayısını azaltma işlemini, doğa dediğimiz o büyük matematikçi kendi dengelemesi içinde gerçekleştirebilir.  Ve bu dengelemenin  sonucunda  da  bizlere;  susuzluktan değil ama açlıktan ölen milyonlarca hayvanın kurumuş  iskeleti  kalır.

Çöl, geçmişte yapılan yanlışlıkları, düşülen yanılgıları kolay unutmaz ve kolay bağışlamaz. Bitkisel ve hayvansal ölümlerden ders almayanları; yani insanları ve giderek çocukları bile acımasızca öldürür. Bu acınası görüntü karşısında da, geriye kalanlarda çözüntü başlar. Yiten hayvanları, solan ürünleri arkada bırakan bu sağlıksız kalabalıklar, büyük kentlerin gecekondularını doldurmaya başlarlar.
Çöl topluluğunun önde gelen en önemli parçası “Kadın”dır. Çünkü   çöl  koşullarının tüm etkinliği kadındadır. Ormansızlaşmayı önleyebilecek olan da kadındır, yakacak odun yerine güneş enerjisinden yararlanabilecek olan da... Çağdaş yöntemlerle sulamayı yapacak da odur, çevre yeşillenmesine katkıda bulunacak da... Ormansızlaşmayı önlerken, toprak koruma önlemleri alırken, omuz omuza verecektir kocasıyla.

Doğayla savaşımda eşleriyle birliktelik simgesi olan kadınlar, kadınsı eylemleriyle de etkileyebilirler kocalarını. Çölün yeşilliğe dönüşeceği, akarsuların düzenle akacağı, olgun meyvelerin insanca paylaşılacağı günleri, eşlerinin kulağına ancak çöl kadınları fısıldayabilir ıssız çöl gecelerinde. Hem de kadınca...

Ek: Yukarıdaki yazının aslı “Desertification Control”dergisinin Mayıs 1981 sayısındadır. İngilizce olan yazıyı aslının havasına uygun olarak Türkçeleştirip 1985’te yayımlamıştım. Aradan geçen yıllar daha da karamsarlığa sürüklüyor bizi. Dünyamız çöl olmasın diyerek eski uyarıları bir kez daha anımsayalım... (Y.Anıl).



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder