DOSTLUK ORMANI
“Hey kardeşler, hey
dostlar, yolda belde, tavlada, tarlada, kırda ovada durup da bizi dinleyenler,
dünyanın kaç bucak olduğunu soranlar, bilenler, hey yedi iklim dört bucağı
gezenler, size bir destanımız var. İnsanoğlu şu dünyada neyi arar, arasa arasa
dostluğu kardeşliği arar, sözü uzatmak neye yarar.” Diyor Yaşar Kemal. Ve
sözü uzatmadan doğanın içine; hem de tam göbeğine çekip alıyor bizi her
yapıtında.
Sevginin simgesi oluyor doğa, dostluğun ve kardeşliğin de.
Siz bakmayın “gücü gücü yetene” anlamındaki doğa yasasına. Yine doğa
birleştiriyor dostla düşmanı; yine doğada bütünleşiyor güçlüler ve güçsüzler.
Sonra bir aynı koku, bir aynı renk beliriyor doğada. Tıpkı bir savaş alanında
karşılıklı akıtılan kanların, doğada bir kır çiçeğine dönüşmesi gibi.
Şöyle diyor Anday bir şiirinde:
“Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil bu anılacak şey
değil
Apansız geliyor aklıma”
Anday bu güvercinle, bu karanfille başka konuları söylüyor;
hiç bilmediği, hiç görmediği dostlar üzerine uçuruyor güvercinini; ama ben,
bildiğim tanıdığım dostlara doğru uçurmak istiyorum. Paylaştığımız bir gökyüzü
maviliğine uçurayım dostluk güvercinimi ve paylaştığımız dalgalara usulca
bırakayım yanık yanık kokan bir karanfili diyorum. Ama korkuyorum; ya güvercinim
“fırhattı”nı izlemezse, ya karanfilim –o İzmir kıyılarından yavaşça Ege’ye
bıraktığım karanfilim- solar, dağılırsa Pire’ye varana dek. Yok, bu olmamalı
benim dostluğumu simgeleyen. İzmir’den Pire’ye; Dimitri’ye, Yani’ye yolladığım
karanfilim solmamalı, kanadı kırılmamalı güvercinimin. Dostluğumuzu simgeleyen
şey sonsuzdan öte de yaşamalı.
Bir orman kurmalıyım; bir ucu Meis Adası’nda bir ucu Kaş’ta.
Ya da bir parçası bu yüzünde Meriç’in, biri öte yanında; ama kesenkes bir orman
olmalı dostluğumun simgesi. Makedonya’daki Dimitri ile Toroslardaki Mehmet’in
sevgisini, barışını dostluğunu simgeleyen bir orman. Küçücük, minicik bir
alanda da olsa, bir orman. “İnsan Bir
Ormandır” demiyor mu Akbal bir kitabında? Sevgiyle suladığım, barışta
büyüttüğüm, bizi dostça birbirimize bağlayan bir orman. Hem bu orman, hep yeşil
olmalı. Kışın yapraklarını döküp, yazın süren; göveren ağaçlardan oluşmamalı.
Kesintili dostlukları, ölüp dirilen yeşillikleri istemiyorum ben. Hep yeşil,
yemyeşil olmalı dostluk ormanım benim.
Öyleyse, Dimitri’nin ülkesiyle Mehmet’in ülkesinde doğal
koşullarda gelişen, yaz-kış yeşil dallarında güzellik çizgileri taşıyan bir
ağaç türü seçmeliyim dostluk ormanını oluşturmak için. Ve İlhan Berk’e inat “servi” ağaçlarıyla kurmalıyım ormanımı.
“Ayrıkotu mu, servi mi” deseler İlhan Berk’e; gözü kapalı “ayrıkotu” dermiş. Çünkü kızıyormuş
Bacon’a.” İnsanın kişiliği ya zararlı
bitkiler yetiştirir ya da ayrıkotları;
yararlıyı zamanında sulamalı, ayrıkotunu söküp atmalı” diyen Bacon, nereden
biliyormuş ayrıkotunun işe yaramazlığını.
Neredeyse ayrıkotu değil, “sağlıkotu” demeye getiriyor İlhan
Berk. Ve Bacon’a yükleneyim derken de benim dostluk ormanı için yeğlediğim
“servi”yi bir güzel batırıp çıkarıyor. Servi bir tekdüzelik örneğiymiş;
devinimsizmiş, .içeriksizmiş. Hiçbir işe yaramazmış ağaç olarak. Çürükmüş;
“Lanet” bir ağaçmış. İş bu kerteye gelince sıkı dur İlhan Berk usta. Bacon’ın
savunusu bana düşmez; ama servinin savunusunu yapacağım ben:
Bir güzelin salınışı neden “serv-i revân”, ya da nazlanışı
neden “serv-i nâz”? Ve ayın gece sulardaki yansısı “serv-i sîmin” ? Ayrıkotunu
ozanlar gözden kaçırdı diyelim; yok muydu başka ağaç türü doğada?
Bacon’ı Divan Şiiri’ne örneklemeyeceğim ; ama, boşuna değil Bacon’ın
serviyi saray bahçelerinin başköşesine getirip oturtması. Ve boşuna değil
servinin, mezarlıkların kaçınılmaz ağacı olması. Bir kez, ölümsüzlüğü
simgeliyor doğal güzelliğiyle, anıtsallığıyla. Çürümüşlüğü, lanetliği de yok
servinin. Tersine, öyle sağlam, öyle iyiliksever, öyle devingen ki. Salınıp
dururken mezarlıklarda, hem ölenin ölmezliğini kanıtlıyor; hem de kökündeki hoş
kokulu salgılarla toprak altındaki kokuşmayı önlüyor. Ve bu güzel koku
nedeniyledir ki; doğuda olsun batıda olsun, yüzyılların damıtık deneyimleri
sonucu, servi dikiliyor mezarlıklara. Öte yandan güney illerimizde – ve belki
de Meis’te, Sisam’da genç kızların tek dileği; servi ağacından yapılmış bir
çeyiz sandığına sahip olmak. Kaç yıl bekleyeceğini bilmediği çeyizlerine güve
gelmesin, giysileri güzel koksun diye.
Evet, ben servi
ağaçlarıyla kuracağım “Dostluk Ormanı” mı. Ben Kaş’ta sularken fidanlarımı,
Dimitri Meis’te sulayacak. Ya da; Meriç’in bu yanını ben, öte yüzünü o. Hattâ Meriç’i bile alacağız dostluk ormanı içine.
Dostluğa sınır tanımamak dileğimiz. Sevgiyle oluşacak “Dostluk Ormanı” mız,
büyüyüp gelişecek ve doğada bütünleşen dostluğumuz, harita üzerindeki yapay
sınırları silip gidecek.
Yalçın ANIL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder