24 TEMMUZ 2012 SALI

14 Mayıs 2011 Cumartesi

DURUMUMUZ ÇOK "SOSYO-EKONOMİK"


Türkiye Ormancılar Derneği 18 Mart 1985 günü bir panel düzenlemişti.
Yöneticiliğini YÖK Başkanı Prof. Dr. İhsan DOĞRAMACI’nın yaptığı panelin konusu
“Türkiye’de Orman Azalması ve Orman Köylüsü” olarak belirlenmişti.
Konuşmacılar:
Prof.Dr. Alptekin GÜNEL / KTÜ Orman Fakültesi Dekanı-Rektör Yardımcısı-
Prof.Dr. Metin ÖZDÖNMEZ / İÜ Orman Fakültesi Dekan Yardımcısı
Osman ÖZBEK / Türkiye Ziraat Odaları Yönetim Kurulu Başkanı
Nazmi BİLGİN / Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Temsilcisi
Yalçın ANIL / Ormancılık Araştırma Enstitüsü Orman-Halk İlişkileri ve Dokümantasyon Bölüm Başkanı
O günlerde Devlet Tiyatrolarının “Yeni Sahne”si Derneğin alt katında gösterimlerini sürdürüyor, bu tür etkinlikler için de sahneyi mal sahibi olan Türkiye Ormancılar Derneği’ne bırakıyordu.
Aşağıdaki yazı, 18 Mart 1985 günü yapılan panelde son konuşmacı olarak yapılan konuşmanın tam metnidir.


Sayın Başkan, Saygıdeğer Konuklar ve Meslektaşlar,
Benden önceki konuşmacıların yaptığı gibi, saygıyla selâmlıyorum hepinizi. Son konuşmacı olduğum için de, olayların akışı gereği kendiliğinden “assolist” olarak karşınızdayım. Böyle bir sahnede assolist olmanın yararları var kuşkusuz; ancak bu yararlar kimi zararları da birlikte getiriyor. Çünkü bütün güzel şarkılar benden önceki konuşmacılar tarafından söylendi. Ben de aynı şeyleri söylersem yinelemiş olacağım. Bundan kaçınmak için küçücük bir değişiklik yapacağım ve aynı şarkıları – belki de dinlemekten bıktığınız şarkıları- başka bir “yorum”la söylemeyi deneyeceğim. Bakalım başarabilecek miyim?

20 yıl öncesini anımsıyorum şimdi. Yine bu salondaydık. Bir meslek toplantısını izlemek için taşradan gelmiş ve şu koltuklardan birine ilişmiştim. Yine burada bir mikrofon vardı ve Ankaralı meslek büyükleri birşeyleri tartışıyorlardı. Konunun hiç yabancısı değildim; ama, söylenenler bir garip geliyordu bana. “Orman köylerine sıkışmış kalmış karayazılı yurttaşlarımız” diyorlardı; “Buralarda görev yapan özverili meslektaşlarımız” diyorlardı. Bunları anlıyordum da ikide bir yineledikleri “Sosyo-Ekonomik “ durumdan hiçbir şey anlamıyordum. Çok kötüymüş sosyo-ekonomik durum; orman köylülerinin olduğu kadar oralarda görev yapan bizlerin de kötüymüş. Bizim adımıza bir güzel ağlıyorlardı ki...Ankara’dan görev bölgeme dönünce arkadaşlar sardılar yanımı yöremi. Ne var, ne yok Ankara’da dediler. Vallahi, bizim adımıza öyle ağlıyorlar ki, hiçbir haber derleyemedim; durumumuz fena halde “Sosyo-Ekonomik”miş; “Sanırım bir miktar da bizim ağlamamız gerekiyor” diyebildim.

Sonradan hep öğrendik sosyo-ekonomik durumun ne olduğunu ve özellikle bu sahnede çok ağladık, çok ağlattık. 20 yıl önceydi dedim konuşmama başlarken; 20 yıl sonra bugün de ağlaşmak için toplanmayalım buraya. En azından gönül bunu istiyor.
Bu noktadan hareketle “Panel”lerin amacına değinmek istiyorum biraz. Daha doğrusu bu tür toplantılar için kendi benimsediğim amaca...Bana verilen 20 dakikalık konuşma süresi içinde her sözcüğü altın değerinde olan sözler de sıralasam; 20 yıllık,120 yıllık hattâ 520 yıllık bu sorunu çözebilme gücünü gösteremem. Ben gösteremediğim gibi, öteki konuşmacılar da gösteremezler. Zaten bizlerden de böyle bir şey beklenmiyor. Panellerin ana amacı bence; konuyu ve sorunu canlı tutabilmek, iletişim araçlarıyla topluma yayabilmek. Bunu başarabilirsek, hem biz konuşmacılar hem de Derneğimiz görevini yapmış sayılacak sanıyorum.

Demin üzerinde tartıştığımız sorunun yüzyılları aşan geçmişinden söz açarken abartı yapmış değilim. Şimdi size tarihsel bir belgeyi aklımda kaldığı kadarıyla aktarmaya çalışacağım. Biliyorsunuz Osmanlı dönemindeki hukuksal sorunlar üst düzeydeki din adamlarının “fetva” adı verilen belgeleriyle çözümlenirdi. Karara varılması istenen konu “Mes’ele” biçiminde bu makama sunulur, onlar da islâm hukukunun kurallarına göre soruna çözüm bulurlardı. Aktarmaya çalışacağım belge onlardan biri işte. Meslektaşımız Halil KUTLUK’un “Türkiye Ormancılığı İle İlgili Tarihi Vesikalar” adlı kitabından aldım. Belgenin aslı Çorum Millî Kütüphanesi’ndeki “Kanun-ı Kadîm Sultan Süleyman” kitabının baş tarafında. O günün orman köylüsünün bir sorunu şöyle anlatılıyor:

“MES’ELE: Cibali mübahadan olan bir dağdan bir karye ahalisi odun kat itmek istediklerinde kurbunda olan ahar karye ahalisi ol dağ sizden bize akreb olmağla kat ettirmeziz deyu kat’dan men’e kadir olurlar mı? ELCEVAP: Olamazlar”

Gençler anlamışlardır; ama, ben bizim kuşak için bugünkü dile aktarmak isterim söylenenleri: Olay şu: Ormanlık bir dağdan bir köy halkı odun kesmek istiyor. Başka bir köy halkı da, o dağ bize sizden daha yakın, kestirmek istemeyiz diyorlar. Kesime engel olabilirler mi diye soruyorlar ilgili makama. İlgili makam da “Olamazlar” diye yanıtlıyor. Buradan da anlıyoruz ki, bugün bile karşımıza çıkan bu tür sorunların tarihi çok eskilere, yüzyıllar ötesine dayanıyor. Yüzyıllardır yumak olup gelen böyle bir sorunu, bir araştırmayla, bir toplantıyla, bir panelle kısa bir süre içinde çözüvermek olanaksız doğal ki...

Orman köylerinin oluşumu konusunda birçok araştırmalar var, hep biliyorsunuz. Tarihimizde “Celâlî isyanları” olarak anılan dönem bu oluşumun ana kaynağını belirliyor. 1570’li yıllarda başlayıp 1610 yılına kadar tüm Anadolu’yu kargaşaya boğan Celâlî İsyanları sonucunda “Büyük Kaçgunluk” dönemi başlıyor. Kargaşanın yoğun olduğu yörelerde; halk evini barkını bırakarak ıssız dağ başlarına çekiliyor. Yeni yerleşim yerleri buluyor kendine. Böylece bugünkü orman köylerinin ilk kuruluş yılları 1610 yılından sonraki “Büyük Kaçgunluk” dönemine rastlıyor. Ve o günden bugüne de sorunları büyüyüp genişliyor, çözümlenemez boyutlara erişiyor.

Bugün de araştırmalar yapılıyor orman köyleri konusunda. Köylerin, köylülerin sorunlarını belirlemeyi amaçlayan sonuçlandırılmış araştırmalar var. Fakültelerimizin yaptıkları var, Orman Genel Müdürlüğü’nün yaptıkları var. Millî Prodüktivite Merkezi özgün ve ilginç araştırmalar yapıyor; mimarlar, tarımcılar yapıyorlar. Yapıyorlar da hemen tümünün elde ettiği sonuçlarda tek bir ortak yan var: Yoksulluk. Konuşmamızın başından beri değindiğimiz sosyo-ekonomik durum yani. Sosyo-ekonomik durum kötüyse orada orman köylerinin sorunları var. Orman azalması hızlı oralarda, orman suçları çok fazla. Araştırmaların hemen tümü böyle söylüyor. Böyle söylüyor; ama, ben bunun biraz tersini söyleyerek sizlere beyinsel aerobik yaptırmak istiyorum. Siz dinleyenlerle biz konuşanlar arasında düşünce ve görüş yansıması olsun diyorum ve de hemen ekliyorum: Orman azalması yalnız yoksul yörelerde görülmüyor; sosyo-ekonomik durumu çok iyi olan orman bölgelerinde de var orman azalması .Örneğin Adapazarı çevresi gelişmişlikte önde gelen yörelerimizden. Düzce de öyle; hattâ Düzce orman sanayimizin odak noktalarından. Ama oralarda da var orman azalması, hem de göz ardı edilemeyecek boyutta. Ya İstanbul’daki korular; Güney ve Batı kıyılarımızda “yazlık” savaşına girenler...Bu koruları yok edenler, büyük kentlerimizde orman yangınlarına neden olanlar, kıyı şeridindeki ormanları ortadan kaldıranlar sosyo-ekonomik yönden hiç de geri kalmış değil bence. İşte bunları tartışalım burada diyorum. Panelin amaçlarından biri de gerçekleşmiş olsun. Şu anda dinleme durumundaki sizlerin görüşleri de yansısın buradan.

Ormansızlaşma gerçekten bir panel konusu olacak denli önemli bir sorun ülkemizde. Örneğin yangın mevsiminde büyük ölçüde alanlar yitiriyoruz her yıl. Son 40 yılın toplamını alacak olursak, yalnız yangın nedeniyle dev boyutlara ulaşıyor. Alışageldiğimiz ormancılık ölçüleriyle halka yansıtamıyoruz bunları sanıyorum. Son 40 yılda; Çorum İlimizin kapladığı alan kadar ormanlık yeri yangınlarla yitirdik; yani bu kadar som ormanı haritadan sildik dersem olayın önemi daha da belirginleşir gözümüzde sanırım. Öte yandan, hektar ya da dönüm diyeceğime; her yıl yalnız yangınlarla 120 Heybeliada yok ediyoruz dersem, olayın önemini vurgulamış olur muyum bilemiyorum.

Orman köylerinin sosyo-ekonomik durumlarının iyileştirilmesi konusunda benden önce konuşan konuşmacıların tüm görüşlerine katılıyorum. Katılıyorum; ama, dikkat edilirse bu görüşler “yapılmalıdır...Edilmelidir...Gözetilmelidir...caktır...cektir...melidir malıdır...” biçiminde beliriyor. Hem uğraş alanım olan araştırmacılık hem de panelde işlenmek üzere bana verilen konu bakımından bu önerileri irdelemek istiyorum. İyiye doğru değişecek olan orman köylülerinin durumu bu önerilerle değil; bu önerilerin altyapısını oluşturan uygulamalı araştırmalara bağlı gibi geliyor bana. Çünkü bilimsel altyapıyı hazırlamadan hiçbir öneri yaşama geçemez, uygulanamaz. Bunun için de araştırma konusuna, araştırıcıya gereken önemi vermek gerekir. Bu aşamada, tutuculuk yaparak salt ormancı araştırıcılara önem verilsin, ormancılık araştırma kurumlarının elinden tutulsun demek istemiyorum. Orman köylülerinin ekonomik ve toplumsal yapısına katkıda bulunabilecek hemen her konuda yapılan araştırma sonuçları yaşama geçirilsin. Toplumbilimcinin araştırması da öncelik alsın, tarımcının, mimarın, ormancının da...

Umutsuz değil, umutluyum; orman köylerinin geleceği konusunda. Aynı umudu sizlerin gözlerinden de okur gibiyim. Kimbilir yanılıyorum belki de; çünkü gözlerinizdeki bu sevinç ; benim konuşmamın bittiği, dolayısıyla panelin sona erdiği mutluluğundan da olabilir.

Saygılarımla ayrılıyorum...

1 yorum:

  1. Yalçın bey, bahçemizin bitkileri başlığındaki 2. bitki nedir?

    YanıtlaSil