24 TEMMUZ 2012 SALI

27 Nisan 2011 Çarşamba

AŞKIN SİMGESİ=TARLA FARESİ

 


Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi “tarla faresi”ne ilişkin birşeyler yazacağım; ama öylesine bilgi yüklendim ki zorunlu olarak; bilmeyenler birşeyler öğrensinler , bilenler de bilgi tazelesinler istedim. Kolay mı öyle ilk cinsel birleşmesini yaptığı dişiyle ömürboyu yanyana yaşayan ve yaşamına başka dişi sokmayan delikanlı aile babası . Var mı öyle çevre koşullarının elvermediği, yiyeceğin yetersiz olacağının sezinlendiği yıllarda kendi kendine doğum kontrolü uygulayan ve o yıl üremeye ara veren mert yakışıklı ? Yeryüzünde kalmadı derseniz, yeraltından adres gösterebilirim size: Tarla Faresi...
2004 baharında, çimlerin üzerindeki karlar eridikçe önce bir-iki delik belirdi bahçede. Günler geçtikçe o bir-iki, 10-15 oldu. Sonra yüz bilmem kaç delik.Kimisi 3-4 cm çaplı kimi daha geniş ya da dar, toprağın derinlerine inen gözenekler. Birbirinden bazen metrelerce bazen de 30-40 cm uzaklıkta olan, güzelim çimleri göz göz oyan delikler. Ankara Oyaca’da oluyor bunlar.Ankara’dan Gölbaşı yoluyla Haymana’ya giderken Oyaca Belediyesi’ne bağlı Esenbel’de. Geçmiş yıllarda da rastlardım bu tür oyuklara ama, hiç de ciddiye almazdım doğrusu. Yanında öbekle toprak yığını bulunan köstebek yuvaları değildi ya bunlar. Yeraltında yaşayan minik bir yaratığın giriş kapısıydı belki... Nereden bilebilirdim o kapıların bir yapı kooperatifi hızıyla ya da seçim öncesi gecekondu süratiyle yüzlerce kapıya ulaşacağını.
Soluğu doğruca Yenimahalle Tarım İlçe örgütünde aldım. Konu komşunun söylediğine göre bu yaratıklar tarla faresiydi ve bunun tek ilâcı zehirli buğdaydı. Benim tahminime göre l kg., bizim ev halkına göre de en az 2-3 kg. buğday ancak yeterdi. Çok yakın ilgi gösterdi bu işle ilgili uzman. Önce tarlamın büyüklüğünü sordu. Ne kadardı tarla, 40-50 dönüm var mıydı ?
Bir dönümden küçük çimle kaplı bir yer olduğunu öğrenince; ben size zehirli buğday kullanmamayı önereceğim, dedi. Ne kadar dikkat edersek edelim, yine de çevreye bir zararı olurmuş zehirli buğdayın. Bizler dikkatli olsak bile ölmüş zehirli fareyi yiyen kedi, köpek, kuş zarar görürmüş bundan. 2004 yılı fiyatlarıyla kilosu 2,5 milyonmuş. Benim almayı düşündüğüm 1 kg.’la en az 5 dönüm yer ilâçlanabilirmiş. Çünkü bir deliğe 5 adet ilâçlı buğdaydan fazlası konulmamalıymış.
Daha sonra bir sağlama yaptım ki, tam tutuyor uzmanın söyledikleri. Buğdayın bir kilosunda yaklaşık 5 bin tane var. Dönümde 200 delik olsa, 200x5=1000 tane buğday yeterli olacak 200 delik için. Bu da 200 gram buğday eder zaten. Bu bilgileri benim gibi başvuran herkese veriyorlar; ama, yurdum insanının uygulaması değişik oluyor doğal ki. Biz Türkler bu konularda; gübrede , ilâçta bolkepçeyiz ya hemen kendiliğimizden formüller geliştiriyoruz. Ne kadar bol kullanırsak zehirli buğdayı, bizim hesabımıza göre daha etkin sonuç alacağımızı sanıyoruz. Uzman 5-6 adedi kesinlikle geçmeyin mi dedi; biz 20-30 buğday bırakıyoruz her deliğe. İlâcı attıktan sonra tüm farelerin ölmesini beklerken, bir de bakıyoruz ki; deliklere girip çıkanın bini bir para, fareler cirit atıyor tarlada. Sonra ;uzmanı da, ilâcı da, devleti de bir güzel karalıyoruz, o kadar zehirli buğday kullandık bir sonuç alamadık diye. Peki nasıl oluyor bu terslik ?
__________________________________________________________________
(*) “Orman ve Av” Dergisi’nin 2004-5. sayısında ve “Kalkınmada ANAHTAR Verimlilik” Gazetesi’nde (2005) yayımlanmıştır.
Açıklaması gayet basit, şöyle oluyor: Hayvan bir kez çok zeki, öyle kolay kolay faka basmıyor. İlacı elle bırakmışsan, yani teninin kokusu biraz sinmişse,ağzını bile sürmüyor. Bir kaşıkla 5 adet buğday tanesi bırakmışsan eğer, zevkle yiyor ve geri çıkarmıyor da, daha fazla bırakmışsan, açgözlülük edip yiyince zehir nedeniyle hepsini kusuyor. Oysa ilacın,hayvanın vücudunda en az 20 dakika kalması gerekli etkili olması için. Kusunca kendisine yapılan komployu çakıyor hayvan ve vücut acayip bir bağışıklık düzeni kuruyor ilâca karşı. İlâcı ne kadar bol kullanırsan alacağın sonuç o denli olumsuz oluyor. Sonra da benim yurdum insanım sızlanıp duruyor, dünyanın zehirini kullandım fayda etmedi diye.
Ben zehirli buğday almaya gittim; ama, buğday yerine bir yığın yararlı bilgi aldım uzmandan. Mümkünse tarlaya su basmalı ve tüm deliklerden aşağı suyun akmasını sağlamalıydım. Yuvaları su altında kalacak olan fareler olay yerini terkedip gideceklerdi. Tümüyle su altında bırakmak olanaksızsa, deliklerin herbirine hortumla su vermem ve bu işi birkaç günde bir yinelemem yeterli olacaktı. İkinci yol bana uygun geldi. Aldım hortumu elime,deliklere sıra ile su basmaya başladım. Kimine verdiğim su 10-15 dakika geçtiği halde yeraltından gürül gürül akıp gitti. Kimi delikten verdiğimse, yakındaki üç-beş delikten çimlere taştı. Deliklerin arazideki dağılışı ve akan ya da çıkan suların yönünden yeraltındaki otoyolun düzenini belirledim. Geniş bir anayol vardı. Bu yola sık sık saplamalarla yan yollar inşa edilmişti. Her yan yolun sonu da yeryüzüne ulaşan – benim su bastığım – deliklerdi. Deliklerin sıklığı giriş çıkışı kolaylaştırıyor, ulaşım hızını artırıyordu. Yeraltındaki düzende yiyecek depoları ayrı, ebeveyn evleri ayrı, çocuk yuvaları ayrıydı. Bunları ben görmedim;ama, internetten derlediğim bilgiler böyle söylüyordu. Başka şeyler de söylüyordu internet bilgileri. Örneğin çevre zararını azaltmak hatta yok etmek için elektronik haşere kovucular geliştiriliyordu.Şimdilik kapalı mekânlarda çalışabilen bu kovucular yakın zamanda açık alanlarda da kullanılabilecekti. Kime karşı kullanılacağı sorulduğunda tarla faresi başta geliyordu doğal ki...
Kara kaplı kitapların yazdığına göre; herbir tarla faresinin günde 25 gram yeşil, 15 gram da kuru besine gereksinimi oluyor. Kışın yeşil yem işini, çim alanların altına yuvalarını yaparak gideriyorlar. Alttan çim köklerini kemirdikleri gibi üstten de kar altındaki çimlerle beslenebiliyorlar. Memeliler sınıfının kemiriciler takımında yer alan, faregiller familyası halkından olan ve latince kod adı Microtus arvalis olarak anılan tarla faresinin başı dahil vücudu 11 cm. kadar. 3-3,5 cm.’lik kısa bir kuyruğu var. Üstü sarımtrak gri, altı beyazımtrak gri, ayakları beyazımsı. Kulağının iç tarafı çıplak. Bu kitabî bilgileri su basıncından kaçarken yaralanan bir farede ben de gördüm. Hepsi doğru bunların; ama eksik bir bilgiyi de ben tamamlayayım. Öyle ürkek, öyle tatlı, öyle güzel bir bakışı var ki tarla faresinin hiçbir bilimsel yazıda rastlamadım bu bakışın güzelliğine. Kimbilir belki de ömrünün büyük bir aşk içinde geçmesinden kaynaklanıyor bu tatlı bakış. Size belki bir yakıştırma gelecek, inanmayacaksınız; ama eşlerine bağlılıkta, ilk ve tek aşkını ömürboyu sürdürmekte erkek tarla fareleriyle yarışacak bir dünya insanı henüz yok. Gelin bu konuyu ABD Emory Üniversitesi’nden Dr. Thomas Insel’den öğrenelim:
Memelilerin ancak %3’ünde eşlerine sadakat varmış.Tarla fareleri de bunların içindeymiş.İlk cinsel birleşiminde beyinlerindeki, aşağıda adı yazılı 2 hormonda artış olurmuş tarla farelerinin. Dr. Insel, oxcytocin ve vasopressin adlı bu hormonları tarla farelerinden alıp laboratuvarda deli dana gibi sağa sola saldıran çapkın farelere vermiş. Sonuç tam bir layt Selami durumu. Eşine ileri boyutta bağlı , onun yanından ayrılmayan ve ömürboyu da ayrılmayacak olan bir ev erkeği olmuş bizim çapkın laboratuvar fareleri. Aşkın kimyası böylece çözümlenmiş işte. Hangi kadın istemez eşine bu hormonların verilmesini; ama, ne yazık ki bilimadamları genellikle erkek. Böyle bir konuda çalışmaları için deli olmaları gerekir. Nitekim çalışmalara azıcık bir değişik yön vermişler ve anne-babalarını pek tanımayan dolayısıyla da onlarla yakın ilişki kurmakta zorluk çeken otistik çocuklar için bir çalışma başlatmışlar. Hasta çocuklara yükleyecekleri bu hormonlar onların anne-babalarına bağlılığını artırabilecekmiş. Sonuç alınabilirse tarla farelerinin heykeli dikilmeli bence.
Şu bizim, evine ve eşine çok bağlı farelerimiz, müthiş akıllı yaratıklar. Sınama yanılma yoluyla edindikleri bilgilerden ömürboyu yararlanıyorlar. Yalnız kendilerinin değil arkadaşlarının düştüğü tuzaklar bile ders oluyor onlar için. Hep ürkek dolaşıyorlar, birileri onlara kötülük yapacak gibi. Düşmanlarını biliyorlar; yılanlar, tilkiler, sansarlar, kokarcalar, baykuşlar, kerkenezler ve benzerleri. Nitekim ben fare deliklerini sularken bir baykuş ötüp durdu saatlerce. Hem bizim evin hem de komşu evin bacasından eksik olmadı. O arada 2 kedi nöbetteydi deliklerin başında. Kediler bana tanıdıktı; ama, baykuşun sülalesini bir tanıyayım dedim. Çöktüm internetin tuşuna. Ve de aldım başıma belayı; tam 130 değişik baykuş çıktı karşıma. Dünyaya yayılmış bu 130 türün 10 tanesi de Türkiye’yi mesken tutmuş.Verilen ölçülere ve gördüklerime göre benim farelerime göz diken kukumav’dı. O da kediler gibi delikleri gözetim altında tutuyor, gözüne kestirdiği bir fare olursa saldırıya geçiyordu. Onun gibi bir baş düşmanı bir kuş daha vardı tarla farelerinin; kerkenez.
Ben kerkenezi sadece Aziz Nesin’in “Gol Kralı” kitabından anımsıyordum. Sanırım Kerkenez Sevim diye bir tip vardı o kitapta. Ayrıntısını şimdi unuttum ama, belki de yırtıcı saldırgan bir tipti Sevim. Yine derlediğim bilgilere göre en yararlı yırtıcı kuşlardan biri kerkenez. Yine yırtıcılardan başında gelen doğanın kuyruğu uzun olanı. Zaten bu yüzden de “sarsak doğan” olarak adlandırılıyor. Tarla farelerinin bir numaralı düşmanı. Gündüzleri keşif uçuşu yapıyor, çok uzun süre süzülüyor tarlaların üstünde. Fareyi görse bile dalış yapmıyor, erteliyor yeme zevkini. Hem sağlığını hem de enerjisini düşünüyor. Tok karnına uçmanın zorluğunu biliyor. Yapılan değerlendirmelere göre; günlük enerjisinin %7’sini yemeklerini akşama erteleme nedeniyle tasarruf ediyor. Bütün bunlardan sonra da biz yurdum insanları deyimler üretiyoruz birbirimize hakaret için: “kuş beyinli” diye. Tok karnına yürüme bandında koşu yapan yurdum insanı mı kuş beyinli yoksa ben yemeğimi daha sonra alayım, şimdi uçuş yapıyorum hem biraz da enerji tasarrufu gerekli diyen bu kuş mu? Kararı siz verin artık.
Söz şu bizim tarla farelerinin düşmanlarından açılmıştı değil mi, onlardan biri de tilki işte. Hani o kurnazlığına nasıl olduysa hepimizin inandığı tilki. O da malı toptan götürenlerin başında geliyor. Yakalanan bir tilkinin midesinden bir akşamın nevalesi olarak tam 60 tane fare saymış bilimadamları. Zehirli buğday kullanıldığında tilkilerin sayısında da azalma oluyor böylece.
Gelelim yine mahzun bakışlı tarla farelerimize. Araştırma kaynakları tarla farelerinin yılda 5-6 kez doğum yapabildiğini , yavruların da 2 ayda cinsel olgunluğa erişebildiklerini, hatta ilkbaharda yavrulayan bir dişinin yıl sonunda torununun yavrusunu kucağına alabildiğini söylüyor. Her doğumda da 6-10 yavru ürediğine göre varın siz hesaplayın yıllık üreme miktarını. Beslenme sorunu olmayan yıllarda bu miktarın 32 000 adede varabileceğini söyleyen kaynaklar var. Öyle ya da böyle 500’den aşağı hiç düşmüyormuş bu miktar. Koşullar elverişli değilse, beslenme zor olacaksa, enflasyon üç haneli rakamlara ulaşmışsa doğum kontrolü yapıyor kendi kendine ve çoğalmıyor hayvan.
Şimdi diyeceksiniz ki; yetti artık bu kadar bilgi, şu sizin bahçedeki delikler ne oldu? Fareler olay mahallini terk etti mi? Yoksa çoğalıp duruyorlar mı? Hemen yanıtlayayım. Baştan da dediğim gibi ben uzmanın sözünü dinledim. Zehirli buğday yerine yuvaları su ile doldurarak farelerin dağılıp kaçmalarını yeğledim. Üç kez su saldım deliklere sonra da delikleri taşla sıkıca kapadım. Daha doğrusu deliklerin çapından daha geniş olan taşları çaktım deliklere. Toprak düzeyinden de 6-7 cm. aşağıya kadar iteledim. Üzerlerini toprakla doldurdum. Oraları çim tohumuyla yamayacağım artık. Delikleri sürekli kontrol ediyorum, her hangi bir yeni kazılma var mı diye. Taşla kapattım delikleri; ama, inanılır kaynaklar mermeri bile delebildiğini söylüyor bu mahzun bakışlının.
Bir merak vardı içimde, onu da bir komşumun yardımıyla çözdüm. Köstebek kazdığı toprağı yüzeye bırakıyor 2-3 saksılık kocaman bir tepecik oluşturuyor. Bizim farenin deliğinin ağzında ise tek bir toprak kalıntısı yok. İşin acemisi olunca düşünüp durdum bunu. Meğer hayvanın zekâsını benden gayrı herkes biliyormuş. Ayaküstü bilgilendirdi beni komşum. Toprak renkli, mahzun bakışlı tarla faresi kendinden önce o bölgede yeraltı çalışmaları yapan uzaktan akrabası köstebeğin mühendisliğinden yararlanırmış. Alttaki o otoyolların çoğu köstebeğin yapıtlarıymış. Bizimki var olan bir delikten giriyor otoyolu buluyor oradan yukarı doğru kazma eylemine geçerek aynı Kapadokya’daki gibi hava ve ulaşım bacaları açıyormuş. Dolayısıyla kazma işleminden kalan topraklar da yeraltında kalıyormuş.
Çok sevimsiz, hiç albenisi olmayan bir konuyu biraz renklendirerek aktarmaya çalıştım size; bir çeşit deneme yaptım diyebilirim. Bu yazı bilimsel değil; ama, bilimsel bazı bulguları zorlama yapmadan sizlere iletmek istedim. Okunabilirliğini artırmak için biraz daha kısa tutmalıydım; beceremedim. Renklendirmeye çalışırken boyaları dağıttım sanırım. Benim tarla faremin o ürkek bakışını görseydiniz siz de dağıtırdınız benim gibi...
“Kaynakça” düzenleseydim, inanın yazının oylumunu aşardı. Bu tür çalışmalara meraklı iseniz internetten “Google”a girin ve “tarla faresi” yazın. Tam 448 kaynakla karşılaşacaksınız. Ben “yırtıcı kuşlara” da bakmak istiyorum, “genetikbilim.com’a da” derseniz; kolaylıklar dilerim size...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder