24 TEMMUZ 2012 SALI

27 Mayıs 2020 Çarşamba

ÇÖL KADINLARI



Üçüncü dünyanın hemen tüm kadınları için; yiyecek, giyecek, barınma, öğrenim ve sağlık gibi gereksinimler, yaşamın olağan olaylarını değil de “yaşama savaşı” bölümünü oluşturur. Üçüncü dünyanın bu kadınları hele bir de çöl ya da çölümsü yerlerde yaşıyorlarsa; bu savaşım(mücadele) iki katına çıktı demektir.

Bugün, seksen milyonu aşkın bir topluluk, çöller bölgesinin verimsiz yörelerinde yaşamını sürdürmek için savaş vermektedir. Doğaya karşı verilen bu savaşın odağında ise çöl kadınları vardır. Ozanın “...Kadın mı / hamur yoğurmalı / çocuk doğurmalı...” dediği gibi; hem çocuk doğurur, hem de bolca hamur yoğururlar onları beslemeye. Ve yoksulluğa, umarsızlığa karşı verilen savaşın bir başka yanı da; güzelliğe karşı verilir çölde. Çünkü; çöllerin doğal güzelliği olan bu kadınlar, çöldeki doğa güzellikleriyle de  yarışma  zorundadırlar, varoluşlarını kanıtlamak için.
Gelişmiş ülkelerin büyük kentlerinde meslekler vardır kadınlar için, adlarının sayılması bile birbirinden güzel. Doktorluk yapar kadınlar, öğretmenlik, mühendislik, avukatlık, yargıçlık da yaparlar oralarda. Güzellik salonları işleten de onlardır, güzellik salonlarına gidenler de. Bu kadınlar için odun kesme derdi de yoktur, kilometrelerce uzaklardan su bulma derdi de... Ömür biter yol bitmez diyerek, bir tutam çalı çırpı için domur  domur  terleriyle kumları benekleyen çöl kadınları çöllerde yaşama savaşı verirken; gelişmiş ülkelerin varsıl kadınları, bilmem ne marka dudak boyasının renklerini denerler el üstlerinde. Ne ki; çöl kadınlarının kazandığı yaşam savaşı, boyanıp süslenmekten daha kutsaldır her zaman.

Çöller, Kuzey Amerika’daki Ölüm Vadisi’nden, Afrika’daki Büyük Sahra’ya; ya da Çin ve Rusya’da uzanan Gobi  Çölü’ne kadar dünyayı etkisi altına almıştır bugün. Akdeniz yöresinin kültür kalıntıları, çölün buralara dek  yayılmış olduğunu  da göstermektedir. Nitekim bugün dünyanın yüzde kırk üçü çöl ya da çölümsü durumdadır.
Çölümsü durumda olma, çöl koşullarının yavaş yavaş oluşumu demektir. Toprak aşınma ve taşınması, yakacak yokluğu ve besinsizlik, bunun en belirgin göstergeleridir. Kuraklık, susuzluk ve bir tutam çalı çırpı için çevreye zarar verilmesi çölleşmenin belirtileridir. Bu zarar verişin boyutları kimi zaman çok genişlemekte, bitki örtüsü tümüyle ortadan kaldırılarak çölleşmenin tohumları atılmaktadır.Oysa; bitki örtüsü olmadan , tarımdan da hayvancılıktan da söz edilemez. Buna karşın bugün, yine ağaçlar devrilmekte, yine tarım alanları açılmakta, barınmak ve ısınmak için doğa yumak yumak kemirilmektedir. Sonucun korkunçluğu, sık sık yinelenen radyo ve televizyon haberlerinden  topluma yansıtılmaktadır: Seller, aşınan ve taşınan topraklar, her üç saniyede bir açlıktan ölen bir kişi. Kuşkusuz, zaman durmadığına göre, her üç saniyede bir ölenlerin de ardı arası kesilmemektedir.
Doğanın kendi yasaları içinde çölleşme olgusundan belki kaçınılamaz; ama,  çölleşme denetlenebilir. Ve bu denetimde de en büyük görev – her şeyde olduğu gibi- yine çöl kadınlarına düşmektedir. Ev yönetiminin yanı sıra kocasıyla omuz omuza verip; su yollarını açmayı, bitki örtüsünün sürekliliğini sağlamayı, akarsuların getirdiği taşıntıları suyollarından   atmayı  kolaylıkla başarabilir çöl kadınları...
Çölleşmeye karşı koymanın başta gelen eylemi, hayvan sayısını azaltarak aşırı otlatmayı önlemek; yani nicelikten çok niteliğe önem vermektir. Bu önlemler alınmazsa; 1960 sonlarıyla 70’ler başındaki korkunç   kuraklık  her  zaman  yinelenebilir  ve önceden bizim yapamadığımız hayvan sayısını azaltma işlemini, doğa dediğimiz o büyük matematikçi kendi dengelemesi içinde gerçekleştirebilir.  Ve bu dengelemenin  sonucunda  da  bizlere;  susuzluktan değil ama açlıktan ölen milyonlarca hayvanın kurumuş  iskeleti  kalır.

Çöl, geçmişte yapılan yanlışlıkları, düşülen yanılgıları kolay unutmaz ve kolay bağışlamaz. Bitkisel ve hayvansal ölümlerden ders almayanları; yani insanları ve giderek çocukları bile acımasızca öldürür. Bu acınası görüntü karşısında da, geriye kalanlarda çözüntü başlar. Yiten hayvanları, solan ürünleri arkada bırakan bu sağlıksız kalabalıklar, büyük kentlerin gecekondularını doldurmaya başlarlar.
Çöl topluluğunun önde gelen en önemli parçası “Kadın”dır. Çünkü   çöl  koşullarının tüm etkinliği kadındadır. Ormansızlaşmayı önleyebilecek olan da kadındır, yakacak odun yerine güneş enerjisinden yararlanabilecek olan da... Çağdaş yöntemlerle sulamayı yapacak da odur, çevre yeşillenmesine katkıda bulunacak da... Ormansızlaşmayı önlerken, toprak koruma önlemleri alırken, omuz omuza verecektir kocasıyla.

Doğayla savaşımda eşleriyle birliktelik simgesi olan kadınlar, kadınsı eylemleriyle de etkileyebilirler kocalarını. Çölün yeşilliğe dönüşeceği, akarsuların düzenle akacağı, olgun meyvelerin insanca paylaşılacağı günleri, eşlerinin kulağına ancak çöl kadınları fısıldayabilir ıssız çöl gecelerinde. Hem de kadınca...

Ek: Yukarıdaki yazının aslı “Desertification Control”dergisinin Mayıs 1981 sayısındadır. İngilizce olan yazıyı aslının havasına uygun olarak Türkçeleştirip 1985’te yayımlamıştım. Aradan geçen yıllar daha da karamsarlığa sürüklüyor bizi. Dünyamız çöl olmasın diyerek eski uyarıları bir kez daha anımsayalım... (Y.Anıl).



DOĞAL BÖCEK İLÂÇLARI







DOĞAL BÖCEK İLÂÇLARI




İkinci Dünya Savaşı’ndan beri biliniyor. Bu konuda 1937 ve 1940 yıllarında yayımlanmış bilimsel yazılar var. Özellikle tütünün bu amaçla kullanımında not edilmiş bilgiler mevcut.
·        Yağlı, sabunlu formüller var
·        Bu yolla yaprak bitlerinin sinir sistemi etkileniyor. Solunum merkezi felç oluyor.
·        Aynı yerlerde arılar varsa, onlar yaşamlarını sürdürüyor. Çok kısa süreli kasılmalar dışında arılara ölümcül bir zarar oluşturmuyor.
·        Bu tür doğal ilaçlar sıcak havalarda daha etkili oluyor. Çabuk buharlaşan ilacı (bitki özünü ve suyunu) yaprak bitleri daha çabuk soluyor.
·        Hazırlarken sert su kullanmak daha etkili. Yumuşak suyla etki azalıyor. Bu bakımdan Esenbel’in suyu çok uygun.

YAPRAK BİTLERİNE KARŞI BİTKİSEL FORMÜLLER
Sarımsak Soğan
1 baş sarımsak + 1 orta boy soğan + 1 çorba kaşığı kırmızı biber + 1 çorba kaşığı sıvı sabun + 1 lt su
·        Sarımsak ve soğan soyulup küçük küçük kıyılarak biberle karıştırılır
·        Su içine konularak 1 saat bekletilir
·        1 saat sonra sıvı sabun eklenip karıştırılır
·        Bu karışım buz dolabında 1 hafta bekletilir.
·        Süzülüp, suyla çoğaltılır bitki dallarına püskürtülür. Bu karışım özellikle sümüklü böcekler için de kullanılır.

Kaynamış Sarımsak
·        1 baş sarımsağı küçük küçük doğra ve litre suda kaynat
·        1 gece dinlendir. Suyla karıştırıp yapraklara püskürt.
·        Suya 2 kaşık sıvı sabun 2 kaşık kullanılmış kızartma yağı eklemek yararlı olur.


Sade Sarımsak
·        3 diş sarımsağı çok ince doğra
·        2 çay kaşığı mineral yağ ( motor yağı) içinde 24 saat beklet
·        0.5 litre su ekle süz ve kavanoza koy
·        1 litre suya 4 çorba kaşığı karışım ekleyerek püskürtme suyu hazırla



Tütün
·        70 derece sıcaklıktaki suya 50 gram kuru tütün koy, 1 gece beklet
·        2 kaşık sıvı sabun, 2 kaşık kullanılmış yağ ekle
·        Yeteri kadar su ekleyerek ağaçlara, güllere püskürtmeye başla; ama domates, patlıcan, ve biberdeki bitlere kullanma


Domates Yaprağı
·        Domates yaprağı ve dallarını ince ince doğra
·        Üzerin örtecek kadar su koy
·        Sabaha kadar beklet
·        Süz ; yaprak bitlerine ve tırtıllara karşı kullan

Arapsabunu

Formüllerde geçen sıvı sabun yerine arapsabunu kullanılabileceği gibi; tek başına arapsabunu,ısırgan suyu, kırmızı biber de kullanılabilir.



Bu konuda ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler aşağıdaki adrese başvurabilir:


Bu sayfadan, önce “Şubelerimiz”i
Oradan “Bitki Koruma Şubesi”ni
Oradan  “Hastalık-Zararlılar Genel Bilgiler”i tıklayıp Sayfanın sonundaki “DOĞAL BÖCEK İLÂÇLARI”na ulaşın.

GOOGLE’da doğrudan arama:
“DOĞAL BÖCEK İLÂÇLARI”
Zir.Yük.Müh. Fatma Bağcı




11 Ekim 2015 Pazar

Dostluk Ormanı

DOSTLUK ORMANI

Hey kardeşler, hey dostlar, yolda belde, tavlada, tarlada, kırda ovada durup da bizi dinleyenler, dünyanın kaç bucak olduğunu soranlar, bilenler, hey yedi iklim dört bucağı gezenler, size bir destanımız var. İnsanoğlu şu dünyada neyi arar, arasa arasa dostluğu kardeşliği arar, sözü uzatmak neye yarar.” Diyor Yaşar Kemal. Ve sözü uzatmadan doğanın içine; hem de tam göbeğine çekip alıyor bizi her yapıtında.
Sevginin simgesi oluyor doğa, dostluğun ve kardeşliğin de. Siz bakmayın “gücü gücü yetene” anlamındaki doğa yasasına. Yine doğa birleştiriyor dostla düşmanı; yine doğada bütünleşiyor güçlüler ve güçsüzler. Sonra bir aynı koku, bir aynı renk beliriyor doğada. Tıpkı bir savaş alanında karşılıklı akıtılan kanların, doğada bir kır çiçeğine dönüşmesi gibi.
Şöyle diyor Anday bir şiirinde:
                                                 “Bir çift güvercin havalansa
                                                  Yanık yanık koksa karanfil
                                                  Değil bu anılacak şey değil
                                                  Apansız geliyor aklıma”

Anday bu güvercinle, bu karanfille başka konuları söylüyor; hiç bilmediği, hiç görmediği dostlar üzerine uçuruyor güvercinini; ama ben, bildiğim tanıdığım dostlara doğru uçurmak istiyorum. Paylaştığımız bir gökyüzü maviliğine uçurayım dostluk güvercinimi ve paylaştığımız dalgalara usulca bırakayım yanık yanık kokan bir karanfili diyorum. Ama korkuyorum; ya güvercinim “fırhattı”nı izlemezse, ya karanfilim –o İzmir kıyılarından yavaşça Ege’ye bıraktığım karanfilim- solar, dağılırsa Pire’ye varana dek. Yok, bu olmamalı benim dostluğumu simgeleyen. İzmir’den Pire’ye; Dimitri’ye, Yani’ye yolladığım karanfilim solmamalı, kanadı kırılmamalı güvercinimin. Dostluğumuzu simgeleyen şey sonsuzdan öte de yaşamalı.

Bir orman kurmalıyım; bir ucu Meis Adası’nda bir ucu Kaş’ta. Ya da bir parçası bu yüzünde Meriç’in, biri öte yanında; ama kesenkes bir orman olmalı dostluğumun simgesi. Makedonya’daki Dimitri ile Toroslardaki Mehmet’in sevgisini, barışını dostluğunu simgeleyen bir orman. Küçücük, minicik bir alanda da olsa, bir orman. “İnsan Bir Ormandır” demiyor mu Akbal bir kitabında? Sevgiyle suladığım, barışta büyüttüğüm, bizi dostça birbirimize bağlayan bir orman. Hem bu orman, hep yeşil olmalı. Kışın yapraklarını döküp, yazın süren; göveren ağaçlardan oluşmamalı. Kesintili dostlukları, ölüp dirilen yeşillikleri istemiyorum ben. Hep yeşil, yemyeşil olmalı dostluk ormanım benim.
Öyleyse, Dimitri’nin ülkesiyle Mehmet’in ülkesinde doğal koşullarda gelişen, yaz-kış yeşil dallarında güzellik çizgileri taşıyan bir ağaç türü seçmeliyim dostluk ormanını oluşturmak için. Ve İlhan Berk’e inat “servi” ağaçlarıyla kurmalıyım ormanımı. “Ayrıkotu mu, servi mi”  deseler İlhan Berk’e; gözü kapalı “ayrıkotu” dermiş. Çünkü kızıyormuş Bacon’a.” İnsanın kişiliği ya zararlı bitkiler yetiştirir ya da ayrıkotları; yararlıyı zamanında sulamalı, ayrıkotunu söküp atmalı” diyen Bacon, nereden biliyormuş ayrıkotunun işe yaramazlığını.
Neredeyse ayrıkotu değil, “sağlıkotu” demeye getiriyor İlhan Berk. Ve Bacon’a yükleneyim derken de benim dostluk ormanı için yeğlediğim “servi”yi bir güzel batırıp çıkarıyor. Servi bir tekdüzelik örneğiymiş; devinimsizmiş, .içeriksizmiş. Hiçbir işe yaramazmış ağaç olarak. Çürükmüş; “Lanet” bir ağaçmış. İş bu kerteye gelince sıkı dur İlhan Berk usta. Bacon’ın savunusu bana düşmez; ama servinin savunusunu yapacağım ben:
Bir güzelin salınışı neden “serv-i revân”, ya da nazlanışı neden “serv-i nâz”? Ve ayın gece sulardaki yansısı “serv-i sîmin” ? Ayrıkotunu ozanlar gözden kaçırdı diyelim; yok muydu başka ağaç türü doğada?

Bacon’ı Divan Şiiri’ne  örneklemeyeceğim ; ama, boşuna değil Bacon’ın serviyi saray bahçelerinin başköşesine getirip oturtması. Ve boşuna değil servinin, mezarlıkların kaçınılmaz ağacı olması. Bir kez, ölümsüzlüğü simgeliyor doğal güzelliğiyle, anıtsallığıyla. Çürümüşlüğü, lanetliği de yok servinin. Tersine, öyle sağlam, öyle iyiliksever, öyle devingen ki. Salınıp dururken mezarlıklarda, hem ölenin ölmezliğini kanıtlıyor; hem de kökündeki hoş kokulu salgılarla toprak altındaki kokuşmayı önlüyor. Ve bu güzel koku nedeniyledir ki; doğuda olsun batıda olsun, yüzyılların damıtık deneyimleri sonucu, servi dikiliyor mezarlıklara. Öte yandan güney illerimizde – ve belki de Meis’te, Sisam’da genç kızların tek dileği; servi ağacından yapılmış bir çeyiz sandığına sahip olmak. Kaç yıl bekleyeceğini bilmediği çeyizlerine güve gelmesin, giysileri güzel koksun diye.

Evet,  ben servi ağaçlarıyla kuracağım “Dostluk Ormanı” mı. Ben Kaş’ta sularken fidanlarımı, Dimitri Meis’te sulayacak. Ya da; Meriç’in bu yanını ben, öte yüzünü o. Hattâ  Meriç’i bile alacağız dostluk ormanı içine. Dostluğa sınır tanımamak dileğimiz. Sevgiyle oluşacak “Dostluk Ormanı” mız, büyüyüp gelişecek ve doğada bütünleşen dostluğumuz, harita üzerindeki yapay sınırları silip gidecek.

Yalçın ANIL

9 Nisan 2013 Salı

Humik Asit Dedikleri...




HUMİK ASİT DEDİKLERİ…


Nohuttan yapıldığını biliyordum, lezzetli bir mezeydi; ama nasıl yapılacağına ilişkin bir bilgim yoktu doğrusu. Girdim evdeki ekrana; aramadığım kadar tanımlama ve anlatım çıktı karşıma. Humusun nasıl yapılacağını öğrendim; ama  benim aradığımın dışında anlatımlar da vardı. Birkaç tanesini eşeledim, örneğin toprak türleri gibi,  kömürleşme gibi konular belirdi. Daha sonra da, ilkokul ve orta okul hattâ fakültedeyken “hümüs” diye bellediğim sözcük çıktı önüme.

Yazılışları farklı olsa da topraktaki verimliliğe ortam hazırlayan bir oluşumun adıydı humus. Hümüs, hümus, humus biçimlerinde yazılsa bile, humik asit ve fulvik asit içeren bir toprak katmanıydı hümus. Artık granül halde ya da sıvı olarak alınıp satılıyor, çiftçiler arasında kullanımı da yavaş yavaş artıyordu. Türkiye Kömür İşletmeleri bu işi ciddiye almış, linyit yataklarımızdan elde ettiği ürünleri pazarlamaya bile başlamıştı. Çeşitli üniversitelerimizde bu konuda bilimsel çalışmalar sonlandırılmış, hattâ Sakarya Üniversitesi bilim insanlarından bir grup  “Humik Madde Derneği” adı altında bir dernek bile kurmuşlardı. 2012 yılı Haziran ayında Uluslararası bir konferans da düzenlemişti  bu dernek.

Dişlerinizi bembeyaz yapmak için, asfalt dökülürken kullanılan zift benzeri siyah bir macununuz olsun ister misiniz? Güzellik maskesi olarak bu zifti(!) yüzünüze sürmeye ne dersiniz? Ya da sağlığınıza sağlık katmak için-dernek başkanının yaptığı gibi-bir iki yudum hümas yutmaya cesaretiniz var mı? Humik Madde Derneği Başkanı Prof.Dr. Ahmet Tutar, hümik asitin sağlığa çok iyi geldiğini, kanserden şeker hastalığına, kabızlıktan cilt hastalıklarına kadar birçok alanda kullanıldığını söylerken “Ben herkesin önünde humik asit içtim”ama insanımız bunu yapmaya çekiniyor” diyor.
Öyleyse yeni dostunuzu yakından tanımak için birşeyler öğrenin onun hakkında.
Aşağıda okuyacaklarınızı ben yazmadım; hepsi alıntıdır. Neyin nereden alındığını göstermeyi de gereksiz gördüm; hattâ alıntıladığım yerlerde kaynakların gösterildiği satırları bile- rahat okuyasınız diye- es geçtim. Bu arada bir şey de fısıldayayım mı size; bir elin parmaklarına varmayan özgün araştırmalar dışında tüm bilgiler hep internet kaynaklı aktarmalar.
Siz daha derli toplu bir derleme yapmayı düşünürseniz, “Leonardit” deyin girin, “Humik Asit” yazın girin, “Humik Madde Derneği” deyin girin. Her birinde bin ile beşbin arasında kaynağa rastlayacaksınız. Ben burada başkalarının hazırladıklarından bir tutam tattıracağım size. Önce şu humik asitin kaynağı olan leonarditten başlayalım isterseniz.





LEONARDİT NEDİR? 

Milyonlarca yıl öncesinde doğada bulunan bitki ve hayvan kalıntılarını; sıcaklık, nem, basınç ve oksidiyon gibi çok özel jeolojik şartlar gerektiren değişkenlerin etkilemesi ile oluşan, yüksek oranda humik asitler, karbon, makro ve mikro besin elementleri içeren, kömür düzeyine ulaşmamış, tamamen doğal organik bir topraktır.

Oluşumu çok özel jeolojik koşullar gerektirdiğinden doğada nadir olarak bulunur ve kalitesi bölgeden bölgeye değişiklik gösterir. İçerdiği yüksek oranda humik asitlerden dolayı önemli bir ekonomik değere sahiptir. İlk defa ABD-Kuzey Dakota Eyaletinde Dr. Leonard tarafından bulunmuş olmasından dolayı bu adı almıştır.

Leonardit adı ABD ve dünyanın pek çok ülkesinde genellikle kabul edilmekle beraber bazı ülkelerde Humat, Organik Humat, Humalit veya Humus olarak da adlandırılmaktadır.

Leonardit’in bir maden olarak tanınması ve yaygın olarak kullanılmaya başlanması oldukça yenidir. Buna rağmen, şimdiden, bazı ülkelerin maden varlıkları listelerinde ve üretim tablolarında ayrı bir maden türü olarak yer almıştır.

Leonardit, toprak sınıflandırma sistemlerinde, organik topraklar ordusunda ele alınmaktadır. Çeşitli alt tip ve varyetelere ayrılmaktadır. Çamurumsu yapıda, sarı, gri, gri-kahverengiden siyahımsıya kadar değişen renklerde, besin maddesi, oksijen ve sularda yaşayan organizmalarca zengin, çeşitli miktarlarda organik madde içeren, alg kapsayan tabakalarda bitkilerin fazla ayrışmaları sonucu oluşan bir çeşit topraktır.
 

Pek çok araştırmacı tarafından tanımlanmış olan leonardit, yağışlı bölgelerde bitki bolluğu yüzünden ötrofik, oksijeni az olan, göl diplerinde çürümüş maddelerin çözülmesiyle oluşmuş, plastik yapılı, organik maddesi kolay tanınan ve bol miktarda organizma artığı içeren koyu renkli sedimanter birikimler şeklinde de ifade edilebilir ve leonarditin organik madde içeriği % 75 gibi bir değere ulaşabilmektedir.
Ülkemizde birçok linyit yatağı bulunmaktadır. Bunlardan başlıcaları; Soma, Kütahya, Uşak, Muğla,  Konya, Trakya bölgesi, Bolu, Yozgat, Çanakkale bölgelerindeki linyit yataklarıdır.Bitki besin  elementleri içermesi, toksik element içeriğinin düşük olması ve humik asit içeriğinin yüksek olması nedeniyle ülkemizde bugüne kadar yapılan araştırmaların büyük bir kısmında leonarditin toprak destekleyici olarak kullanım potansiyeli üzerinde özellikle durulmuştur.  
Örneğin Ankara’nın Gölbaşı İlçesi içindeki bir leonardit sahası ile ilgili yapılan çalışmalarda; sahanın tarım sektöründe kullanılabilirliği kanısına varılarak  araştırmaların sürdürülmesine karar verilmiş, saha içindeki leonardit potansiyeli, yapılan sondajlar neticesinde bir kısmı ile tespit edilmiştir.
Çalışma;100 ha.lık alanda tespit edilen yaklaşık 6.000.000 tonluk rezerv sahanın detaylı olarak araştırılarak irdelenmesi gerektiğini gözler önüne sermektedir. Sahada şimdilik tespit edilen rezerv yeterlidir. Söz konusu rezervin dekapaj oranının düşük olması leonarditin tamamen açık işletme metodu ile alınabileceğini ve bu da üretim maliyetinin düşük olacağını göstermektedir.                                                          
Sahadan yapılan sondajlar neticesinde alınan karot numunelerinden yapılan analiz neticesi aşağıdaki gibidir.
Organik Madde : % 44.58
Humik Asit + Fulvik Asit : % 36
Leonarditin bitki verimine etkisi,  organik madde içeriği ve humik madde içeriğinin değerlendirilmesi gibi konularda  çalışmalar yapılmıştır.
Leonardit, bitki besin elementleri bakımından toprakla kıyaslandığında, fosfor (P2O5)yönünden yüksek, potasyum (K)  bakımından fakirdir, kalsiyum karbonat içerikleri çok yüksek, toprak reaksiyonları (pH) nötr civarındadır. Mikro elementlerden bitki tarafından alınabilir. Leonardit, organik madde kaynağı olarak çok ilginç bir tarihe sahiptir. 1940 ve 1950’lerde bilim adamları toprak ve bitkilerden doğal olarak meydana gelen katı humik asitin yararlarını anlamaya başlamışlardır. Aynı zamanda farklı bilim adamları kömür madenciliği endüstrisinde yüksek oksidasyonlu linyitin humik asitçe zengin olduğunu keşfetmişlerdir
Leonarditin, metamorfizma ve hümifikasyon şiddetine bağlı olarak humik asit içeriği %35–80 arasında, nem oranı da %25–40 arasında değişmektedir. Linyitin, kömürleşme esnasında yüksek oksidasyona uğramış halidir.Siyahkahverengi görünümlü, elle kolaylıkla ufalanabilecek sertliktedir. Yoğunluğu 0,75–0,85 gr/cm’dir.
pH değeri ise 3–5 arasında değişmektedir.  %1 lik KOH, NaOH solüsyonlarında çözünürlüğü yüksek, suda çözünürlüğü ise düşüktür. Çözeltisi siyah parlak renkte, köpüksü, kolloidal ve yağsı görünümdedir. pH değeri 8–9 olan toprakla hazırlanan satürasyon çamurunda kolay çözünmektedir.

Humik asitin faydaları


• Toprağın yapısı ve dokusunu fiziksel olarak iyileştirir. Toprağa yumuşak vekolay işlenebilir özellik kazandırır.
• Killi toprakları parçalayarak yumuşak ve geçirgen bir yapı oluşturur.
• Toprağın solunum ve su tutma kabiliyetini artırır.
• Bünyesindeki doğal karbon (%30-36) toprakta faydalı mikroorganizmaların çoğalmasına ve faaliyet yürütmesine ortam hazırlar.
•Organik karbonun oksidasyonu sonucu ortaya çıkan enerji bitkinin kök bölgesindeki toprağı ılık tutar. Bitkinin soğuğa ve dona karşı direncini artırır.
• Optimum bitki gelişimi için topraktaki gerekli doğal dengeyi düzenler. Kök bölgesinde ideal pH dengesini (5,5 -7), ideal organik madde miktarını (% 4-6) ve mikrobiyolojik aktiviteyi düzenler.
• Alkali topraklarda kireci çözerek pH’yı düzenler.
• Toprakta organik madde miktarını artırır. Makro ve mikro besin elementleri takviyesi yapar.
• Bünyesindeki zengin humik asitlerin iyon değiştirme ve organik-metal
kompleksi oluşturma özelliği toprakta oksit, sülfat, karbonat, klorit ve silikatlı bileşikler halinde bulunan minerallerin kompozisyonunu bozarak serbestleştirir.
Serbest kalan metal iyonlarını organik forma dönüştürerek, kökler tarafından kolay, yeterli ve düzenli özümsenmesini sağlar. Besin elementleri ve pigment maddelerinin bitkiler tarafından yeterli miktarlarda alınması bitkilerin daha sağlıklı, güçlü ve dış etkilere dayanıklı olmasını, meyvelerin daha iri ve eşit büyüklükte, daha gösterişli, canlı renkte ve olgun olmasını sağlar.
• Organik maddece zenginliği ve metabolizma için gerekli serbest oksijen
içermesi gereği serbest iyonlar halindeki karbon, hidrojen, azot ve kükürt
toprakta biyolojik yaşamı düzenleyen faydalı mikro organizmaların gelişmesini ve bitkilerin hücre metabolizmasını düzenler. Mikroorganizmaların topraktaki kuru madde oranını arttırır.  Doğal antibiyotik salınan topraklarda bitkiler enfeksiyon hastalıklarına karşı daha dirençli olur. Bitkilerde doğal koruma sağlanır. İlaç tüketimi azalır.
• Topraktaki kalsiyum karbonatta  karbondioksiti parçalayarak serbestleştirir.
Böylece suda erimeyen kalsiyum karbonatı suda eriyebilen kalsiyum bikarbonat formuna dönüştürür. Ayrıca, toprakta serbestleşen karbondioksit  bitki köklerince alınabilecek formda olup toprak besin elementlerinin salıverilmesi için toprak mineralleri üzerinde parçalayıcı etki gösteren karbonik asitler(H2CO3) oluştururlar.

Humik asitin gübre olarak uygulanması


Su tutma kapasitesi yüksek, fiziksel yapısı su geçişini engellemeyecek ve geçirimsiz tabaka oluşturmayacak, organik maddece zengin, tuz seviyesi düşük ve 7,5 pH'ya sahip topraklar idealdir. Bu özellikler göz önünde bulundurulduğunda torf  en yaygın olarak kullanılan örtü materyalidir. Ancak torf temini için doğanın tahrip edilmesi, torfun heryerde bulunan bir materyal olmaması, nakliyatının pahalı olması ve toprak ihtiyacının artması ve benzeri nedenlerle örtü toprağı olabilecek özelliklere sahip diğer materyallerin arasında humik asit kullanımı gelmektedir. Organik maddelerin parçalanması sırasında ortaya humik maddeler çıkmaktadır.
Humik asit bitki gelişimini doğrudan veya dolaylı yoldan etkilemektedir. Ticari olarak leonarditten elde edilen humiki asitler linyitlerden de  toz veya sıvı formunda üretilmektedir. Bitkiye, toprağa veya tohuma uygulanabilmekte, yabancı ot ilaçları ve bitki besin maddeleri ile karışabilmektedir.
Humik asitçe zengin linyit ve türbalar doğrudan doğruya toprağa uygulanabilir. Bu konuda birçok denemeler yapılmış ve olumlu sonuçlar alınmıştır.










Örneğin;Macaristan’da kalkerli toprak, kestane renkli toprak ve killi toprak içeren üç saksıya Marta bölgesinden elde edilen linyit tozunun eklenmesiyle denemeler yapılmıştır. Bir kilo toprağa 20 gram linyit tozu atıldığında ürün miktarı ve kalitesinde artış görülmüştür. Kalkerli toprakta azot kaybını linyit tozu azaltmıştır. Rusya’da yapılan çalışmalarda bazı linyitlerin doğrudan doğruya ekonomik gübre olarak kullanılabileceği sonucuna varılmıştır .


Linyitler uzun bir süre açık havada kaldığında, havanın etkisi ile oksidasyon neticesinde humik asit oranının arttığı birçok denemelerde görülmüştür. Özellikle linyitte hava teması arttırıldığında daha da verimli olmuştur .
Sıvı ya da toz humik asitler (Toz humatlar suda tamamen çözünebilme özelliğine sahiptir) sulama suyuna karıştırılarak kullanılacağı gibi, yapraktan da uygulanabilir.Leonardit (granul, pelet, sıvı veya toz formunda) tarımda tek başına kullanılacağı gibi doğal veya kimyevi gübreler ile (NPK) karıştırılarak da kullanılırlar. Humik asitler bütün dünya ülkelerince kabul edilmiş olan Organik (Ekolojik) tarıma tam uygunluk sertifikasına da sahip organik gübredir. Organik gübreler, yetiştirme ortamını bitkinin istediği şekilde düzenleme yeteneğine sahiptir.

Organik gübrelerin diğer avantajları, fazla verilmesi durumunda zararlı etkisinin olmaması ve bitki besin elementleri arasındaki dengenin korunmasının daha kolay olmasıdır .
Organik gübre uygulamalarının meyve şeker kapsamı üzerine etkilerini gösteren birçok araştırma bulunmaktadır. Hasegawa , tarla koşullarında yetiştirdiği domates bitkisine inorganik gübreler ve organik gübreleri birlikte uygulaması durumunda meyvelerin şeker kapsamının en yüksek olduğunu belirlemiştir.
Yapılan araştırmalar humik asit uygulamalarının meyvenin şeker kapsamı üzerine etkili olduğunu göstermiştir. Üzüm üretimi esnasında, organik ve kimyasal gübrelere 35 lt/ha düzeyinde humik asit ilave edilmiş, kontrol parsellerinde ise sadece azotlu, fosforlu, potasyumlu gübre toprağa verilmiştir. Sonuçta humik asitle destekli organik gübrelerle verim ve meyvenin şeker içeriğinin kontrolden yüksek olduğunu belirlenmiştir . Ülkemizin iklim ve toprak koşulları göz önüne alındığında üretim girdilerinden gübrenin daha bilinçli bir şekilde kullanılması ile sebze veriminde daha büyük artışlar sağlanmıştır. Verimin yanı sıra kalite bakımından da azotun ayrı bir yeri vardır.
Humik asitlerin tarımda sağladığı verim artışları ile ilgili bazı araştırmalar yapılmıştır.Bu araştırmalarda humik asit ile dünyanın çok farklı bölgelerinde ve bizzat tarlada (veya serada) yapılan uygulamalı testlerin sonuçları her türlü toprakta ve her türlü üründe, tartışmasız bir şekilde çok önemli oranlarda verim artışları sağlandığını göstermektedir.
Aşağıdaki dizelgede  humik asit uygulanan topraklardan elde edilen bitkilerdeki verim artışları verilmektedir. Aynı bitki için farklı testlerde farklı verim artışı oranları bulunmasının nedenleri; toprak niteliklerinin farklı olması, iklimsel farklılıklar, test şartlarının ve test yöntemlerinin farklı olmasıdır. Ayrıca, azotlu ve potasyumlu gübrelemenin kivi bitkisinin verimini de artırdığı tespit edilmiştir .


Bitki                           Verim Artışı (%)   -Değişik Örneklerde-         
Buğday                        13-25-37 (Kimi yerde %13, kimi yerde %25,kimi yerde %37 verim artışı olmuş)
Arpa                             15-18-20-25
Karabuğday                 25-50
Mısır                            15-30-87-335
Patates                        5-20-25-28-30-40-145
Pamuk                         10-20-30
Şeker pancari              20- 25-40
Havuç                          25-40- 84
Salatalık                      34-38
Turp                            24-40
Domates                     17-23-30-32-61
Sarımsak                    20
Lahana                       25-30-100
Elma                           8-20
Üzüm                         25
Bütün Narenciyeler    30-60
Çayır- çimen, çim      15-24-25-100
Beyaz Pirinç              20
Soğan                        25
Algae                         100
Yonca                        20
Fasulye                     10
Soya fasulyesi          183